Çoğunluğun Yaptığını Yapmak İnsanı Sorumluluktan Kurtarmaz
Her zaman çoğunluğun yanında mı yoksa “kuralların/ilkelerin/prensiplerin” gösterdiği istikamette mi gitmek gerekir? Çoğunluğun her zaman isabetli kararlar aldığı iddia edilebilir mi? Menfaatleri için yalan söyleyerek insanların çoğunu aldatan ve peşlerinden sürükleyenler konusunda mü’min nasıl bir tavır sergilemeli ve ölçüsü ne olmalıdır? “Ecdadımız böyle yapmıştı biz de böyle yaparız” diyerek sorgulamadan inanmak ve körü körüne ataları taklit etmek konusunda Kur’an ne demektedir? “Atalarımızdan gördüğümüz inanç ve eylem biçimlerini biz de aynen uygularız, onlar kesin ve şaşmaz doğrulardır” yaklaşımı isabetli midir? Eleştirel aklı devre dışı bırakanlar çoğunluğun peşinden giderek sorumluluklarından kurtulabilirler mi?
Bütün bu sorulara tatmin edici cevaplar son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Nitekim Kur’an, dünyaya gelmiş ve gelecek bütün insanların şu sorulara cevap vermelerini ister: Eğer ataları düşünmeyen, akıllarını kullanmayan ve hidayeti bulamamış kimseler idiyse de mi hala onların söylemlerini ve eylemlerini tekrar edip duracaklar? Atalarının da yanılabilecekleri ihtimalini göz önünde bulundurmayacaklar mı? Bazı sorular sorarak onların gittikleri yolun doğru olup olmadığı konusunda kafa yormayacaklar mı? İşte Kur’an, insanları her zaman kendi yaptıklarının sonuçları üzerinde düşünmeye davet etmekte ve körü körüne teslimiyeti şiddetle eleştirmekte ve reddetmektedir. Konu ile ilgili ayetlere bakalım:
“Ama onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz [yalnız] atalarımızdan gördüğümüz [inanç ve eylemler]e uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasip almamış iseler? ” (Bakara, 2/170)
“Ve böyle [insanlara] Allah'ın bahşettiğine tâbi olmaları söylendiğinde, “Hayır, biz, atalarımızdan gördüğümüz [inanç ve eylem biçimlerin]e uyarız!” derler. Öyle mi, ya şeytan onları yakıcı ateşin azabına çağırmışsa? Kim bütün benliğiyle Allah'a teslim olursa ve aynı zamanda doğru ve yararlı işlerde bulunursa, hiç sarsılmayan [sağlam] bir dayanak elde etmiş olur: çünkü her şeyin akıbeti Allah'ın elindedir.” (Lokman, 31/21-22)
“Zira onlara, “Allah'ın indirdiğine ve elçisine gelin!” denildiğinde, “Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiller bizim için kâfidir” diye cevap verirler. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kimseler idiyseler de mi? Siz ey imana ermiş olanlar! Siz [yalnız] kendinizden sorumlusunuz: Sapkınlığa düşenler, eğer doğru yolda iseniz, size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'a olacaktır: Ve o zaman Allah, size [hayatta] yapmış olduğunuz her şeyi bildirecektir.” (Maide, 5/104-105)
Bu ayetleri görmezlikten gelerek hala inatla akl-ı selim ile düşünmemek, ataların yaptığı her şeyi kutsamak, onları kayıtsız şartsız doğru kabul etmek işin kolayına kaçmaktır. Oysa sorumlulukların gereğini yapmak yerine işin kolayına kaçmak ya da böyle yapanların arkasından gitmek doğru değildir. Zira sorgusuz sualsiz körü körüne liderlerinin peşinden gidenlerin kıyamet günü birbirlerini suçlamalarıyla ilgili Kur’an’da geçen diyaloglar gerçekten ibret vericidir ve herkesin üzerinde düşünmesi gerekmektedir. Ayetleri hatırlayalım.
“Gerçek şu ki, Allah hakikati inkâr edenleri rahmetinden kovmuş ve onlar için yakıcı bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada sonsuza kadar kalacaklar: ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzlerinin ateşte darmadağın olduğu o Gün, “Eyvah” diye feryat ederler, “keşke Allah'a itaat etseydik, keşke Elçi'ye uysaydık!” Ve “Ey Rabbimiz!” diyecekler, “Biz liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk, bizi doğru yoldan uzaklaştıranlar onlardır! Rabbimiz! Onlara iki misli azap çektir ve rahmetinden tamamen mahrum bırak!” (Ahzab, 33/64-68)
Görüldüğü üzere ayetler, peşlerinden gittikleri liderleri, papazları, hahamları, şeyhleri, hocalarının vs. ahirette onlara hiçbir fayda sağlamayacağını, son pişmanlıklarının onları azaptan kurtarmaya yetmeyeceğini haber vermektedir.
Aynı şekilde Kur’ân, tekrar dünyaya dönmeleri mümkün olsaydı bir daha bu liderlerin peşinden gitmeyeceklerini söylemelerinin de onlara hiçbir faydasının olmayacağını, kandırıldıklarını ifade etmelerinin de kesinlikle bir mazeret olarak kabul edilmeyeceğini, körü körüne itaati seçen, düşünmeksizin yanlış yapan “çoğunluğun yanında” yer alan ve sahte liderlerin peşinden koşanların cehennemi boylayacaklarını bildirmektedir.
Konu ile ilgili ayetler şunlardır:
‘Ama hâlâ Allah'a rakip gördükleri varlıklara inanmayı tercih eden ve onları [yalnızca] Allah'a özgü [olması gereken] bir sevgi ile seven insanlar var: hâlbuki imana ermiş olanlar, Allah'ı başka her şeyden daha çok severler. Zulüm yapmaya şartlanmış olanlar, [Kıyamet Günü] azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, bütün kudretin yalnızca Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın cezalandırmada ne çetin olduğunu da keşke görselerdi! Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. Uyanlar şöyle derler: “Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.” (Bakara, 2/165-167)
Yine Kur’an-ı Kerim, dünyaya gelmiş insanların çoğunluğunun yaptığı gibi akıllarıyla değil önyargıyla karar verenlerin ve sahte ilahlara kutsallık yakıştırıp peşlerinden gidenlerin kıyamet gününde: ‘Keşke doğru sözü (Kur’an’ın ve sahih sünnetin ilkelerini) dinleseydik ve aklımızı kullansaydık’ demelerinin onları kurtarmaya yetmeyeceğini haber vermektedir.
“Ve onlar, ‘Eğer biz’ diye ekleyecekler, “[bu uyarıları] dinlemiş olsaydık veya [en azından] kendi aklımızı kullansaydık, [şimdi] yakıcı ateşe müstahak olanlar arasında bulunmazdık!” (Mülk, 67/10)
Yine peşlerinden gittikleri kimselerle ilgili söyleyecekleri şu sözleri, pişmanlıkları ve itirafları da ibret vericidir:
“Vah bana, n'olurdu, falancayı kendime dost edinmemiş olsaydım! (Furkan, 25/28)
Kısaca, hakikati inkâra şartlanmış olanların peşinden kayıtsız şartsız gidenlerin de alkışladıkları, destekledikleri ve yalanlarına kandıkları o sözde liderlerin de ahirette karşılıklı olarak birbirlerini suçlamaları her iki tarafa da hiçbir fayda sağlamayacaktır. Zira Kur’an, her iki kesimin de suç ortağı olduğunu ve her iki grubunda azabı kat be kat hak edeceklerini bildirmektedir. Bu bakımdan onların birbirlerini suçlamaları ve kurtulmaya çabalamalarının hiçbir anlamı yoktur. İşte bütün bu gerçeklerin şimdiden haber veriliyor olması, insanları konu üzerinde düşünmeye ve ders almaya davet içindir. Şu ayetleri birlikte okuyalım:
‘’Kendi asılsız uydurmalarını Allah'a yakıştıran ya da Allah'ın ayetlerini yalanlamaya kalkışan kimselerden daha zalim kim olabilir? Onlara [hayatta] nasip olarak her ne ki yazılmışsa kendilerini bulacaktır; tâ ki, canlarını almak için elçilerimiz gelip [de] onlara: “Hani, nerde Allah'tan başka çağırıp durduğunuz varlıklar?” deyinceye kadar. Ve [günahkarlar]: “Bizi yüzüstü bıraktılar!” diye karşılık verecekler ve [böylece], hakkı inkâr eden kimseler oldukları konusunda kendi aleyhlerine tanıklık etmiş olacaklar. [Bunun üzerine Allah]: “Katılın öyleyse, ateşe sizden önce gömülüp giden görünmeyen varlıklar ve insanlar güruhuna!” [Ve] bir güruh [ateşe] girerken her seferinde kendi yandaşlarına lânet edecek; o kadar ki, onların hepsi, birbiri ardından oraya doluştuklarında, sonrakiler önden gidenler için [şöyle] diyecek: “Ey Rabbimiz! Bizi yoldan çıkaran işte bunlardı: öyleyse, onlara ateşle iki kat azap ver!” Allah: “Her biriniz iki kat azaba müstahaksınız ama bunu bilmiyorsunuz” diye cevap verecek buna. Ve öncekiler, sonrakilere şöyle diyecek: “Demek ki, hiçbir bakımdan bizden üstün kimseler değilmişsiniz! Öyleyse, yaptığınız bütün o kötülükler için, tadın bu azabı!” (Araf, 7/37-39)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere herkes kimin ve neyin peşinden gittiğine bakmak, tenkidi elden bırakmamak, kritik analitik düşünmek, her zaman tutarlı ve ilkeli olmak durumundadır. “Herkes gidiyordu ben de gittim”, “Herkes yapıyordu ben de yaptım”, “Herkes öyle inanıyordu ben de inandım” şeklindeki sözler insanı hiçbir zaman mesuliyetten kurtarmaya yetmeyecektir.
Bunu bir örnekle açıklayalım. Mesela kırmızı ışıkta geçen bir otomobili durduran trafik polisi kural ihlali yapan şahsa bunun nedenini sorduğunda o kişinin; “Herkes geçiyordu ben de geçtim” demesinin hiçbir zaman yeterli ve ikna edici bir cevap olmadığını bilir. Bu nedenle kırmızı ışıkta geçerken “trafik işaretlerine” değil de “başkasının yaptıklarına bakarak hareket eden” yanlış yaptığı için suçludur. Cezayı yazan polisi veyahut kural ihlali yapan önündeki diğer sürücüleri suçlaması sonucu değiştirmez. Dolayısıyla her zaman ölçü, ortaya konulan kurallardır; prensiplerdir; Kur’an ve sahih sünnetin ortaya koyduğu ilkeler ışığında “sağlıklı tefekkürün hakkı verilerek” ulaşılan yol ve yöntemlerdir; sağlam parametrelerdir.
Bu nedenle Kur’an ve sahih sünnetin temel esaslarını göz ardı ederek cahillerin peşinden gidenler; uzman olmayanlara danışıp hatalı karar verenler; sahte şeyhlerin eteğine yapışarak cennete gireceğini sananlar; duymak istedikleri yalanları söyleyenlere tabi olanlar; sorumluluğa, derin tefekküre ve temel ilkelere çağıranlardan fersah fersah kaçanlar; çoğunluğun yaptığının her zaman doğru olduğunu düşünenler; eylemlerin şekil şartını tamamlamayı marifet zannedenler, maksadı, amacı ve gayeyi bir türlü anlamak istemeyenler; kendilerine bilgi aktaranların verdikleri bilgilerin doğruluğuna araştırmadan hemen inananlar; İslâm’a aykırı emir ve talimatları gözünü kırpmadan ve sorgulamadan uygulayanlar ne kadar büyük hata ettiklerini anladıklarında iş işten geçmiş olacaktır.
Dolayısıyla Yüce Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, hakikate ulaşmak için üstün çaba göstermek yerine şekilciliğin/kolaycılığın/fırsatçılığın peşinden koşanlar, sorgulamaksızın her duyduğuna hemen inananlar ve aklı rafa kaldıranlar ahiret günü kesinlikle kaybedeceklerdir. “Siz nerden biliyorsunuz, gidip gördünüz mü?” diyecek olanlara gerçekleri görmeleri için bir kez olsun şu Kur’an’a açıp bakmalarını, birazcık olsun şu kutsal kitabı okumalarını, ayetler üzerinde kafa yormalarını ve mantıklı düşünmelerini tavsiye edebiliriz.
Zira Kur’ân, düşünüp ders alacaklar için “mahşer günü karşılaşılacak bütün olayları” şimdiden bildirmektedir. Ancak bu açık uyarılara rağmen hala kalplerini/ruhlarını bilerek ve isteyerek yaptıkları kötülükler nedeniyle kirletenler/karartanlar, bunları işlevsiz hale getirenler öncelikle işe kendilerini düzeltmekle başlamalıdır. Bu kimseler hala inatla ve ısrarla hata ve günahlardan arınmaya çalışmaz ve taklidi imanı tahkiki hale getirmeye gayret etmezlerse bu yaptıkları kesinlikle kendi aleyhlerine olacaktır. Zira görünen köy kılavuz istemez.
Öte yandan aklını kullanmayarak başkalarının yanlışlarını tekrarlayan, öğretilmiş sloganlara göre hareket eden ve hacı/hocaların yaptıkları hataları kendilerine dayanak yaparak ahirette kurtulacaklarını zannedenler de fena halde yanılmaktadır. Zira ölçü ve örnek her çağda ve her toplumda Hz. Muhammed’in sahihi sünneti ve muttaki mü’minlerin model yaşamlarıdır; günahkâr ve zavallı müslümanların, radikal örgütlerin veya dini siyasi çıkarlarına alet eden üç beş zavallının yaptıkları değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde insanların fasit kıyas yapmamaları için “Aklınızı kullanmayacak mısınız?” şeklinde sayısız uyarı yapılmaktadır. Bu bakımdan insanoğlu hayat boyu doğru karar vermek istiyorsa öncelikle sağlıklı tefekkürün hakkını vermelidir. (Nahl, 16/17; En’am, 32; Yasin, 36/62; Saffat, 138; Kasas, 60; Mü’minun, 80; Enbiya, 10, 67; Yunus, 3, 16, 42, 100; Furkan, 44)
Bütün bu ayetleri görmezlikten gelerek düşünmekten kaçınmak, çoğunluğun yanında yer almayı marifet zannetmek, ilkeleri göz ardı etmek, bütün suçu “örnek olma vasfından uzak cahil müslümanların” üzerine atarak sorumluluklarından kurtulacağını zannetmek ya da sahte liderlerin peşinden gitmek asla doğru değildir. Unutulmamalıdır ki Kur’ân, bütün insanlığa hitap etmekte, sürekli sağlam muhakemeyle karar vermeye ve ayetleri üzerinde derin tefekküre çağırmaktadır. Nitekim şu ayet önemli bir gerçeğe işaret etmektedir:
“Ve gün gelecek her toplum içinden kendi aleyhlerine bir şahit çıkaracağız. Ve seni de [ey Peygamber, mesajının ulaşabileceği] kimseler üzerinde şahit kıldık; nitekim sana adım adım her şeyi olduğu gibi açıklayan, bir doğru yol bilgisi, bir rahmet ve Allah'a yürekten boyun eğenlere müjde olarak bu ilahî kelâmı indirdik.” (Nahl, 16/89)
Özetle, dosdoğru yolun bilgisini içeren Kur’an’ın ortaya koyduğu ilkelere uygun hareket etmek, her insanın bu dünyadaki en önemli önceliği ve görevidir. Zira Kur’an, bireysel ve toplumsal anlamda iyi ile kötünün ne olduğu konusunda usûl ve esasa dair bilinmesi gereken her şeyi içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla çoğunluğun yanında değil, “doğruluğu vahiyle tespit edilmiş şaşmaz ilkelerin” tarafında olmak gerekir. Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in bu konuda ne dediğine bakmak icap eder. Zira bir insanı her iki dünyada da kurtaracak ve Yüce Allah’ın rızasını kazandıracak olan duruş böyle bir duruştur.
Ayrıca şu da ilave edilmelidir ki, bir müslümanın bu dünyadaki vazifesi bütün insanları zorla müslüman etmek değildir. Bir mü’min, gayr-i müslimlere karşı kaba, haksız, adaletsiz ve düşmanca davranış sergileyemez. Dinleri yüzünden müslümanlarla savaşmayan ve yaşadığı topraklara göz dikip ellerinden almak için silaha sarılmayan gayr-i müslimlere karşı iyilik ve adalet çerçevesinde davranmayı emreden Kur’an’ın çağrısına kulak verir. (Mümtehine, 60/8-9). Eğer bir mü’min, dünyadaki diğer insanların hidayete kavuşmalarını istiyorsa, buna yardımcı olabilmek için öncelikle kendini düzeltmekle işe başlar. Kendisini iyi yetiştirmeyen, İslam'ın kurallarına özümseyip onları davranışlarına yansıtmayan ve hep başkalarını suçlayanlar böyle yapmakla hem kendilerine hem de İslam'a zarar verir ve bunun vebalini ahirette ödeyemezler.
Sonuç olarak, insanların karar verirken alacakları ölçü/kriter “çoğunluğun yaptıkları” değil, “Kur’an ve sahih sünnetin temel ilke ve prensipleridir.” Esas olan, çoğunluğun peşinden gitmek değil sorumluklarının bilincinde, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan muttaki/muhsin/muhlis bir mü’min olmaya çalışmaktır. (28.05.2010)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.