Çocuklara Tecavüz Edip Öldürenler Kesinlikle İdam Edilmelidir!
Yüce Allah, kısasta (suça denk ceza) hayat olduğunu haber vermiştir.[1] Bu bakımdan bir insan, bir başka insanı kasten öldürüyorsa kendisinin de “devlet tarafından yargılandıktan sonra” kesinlikle öldürüleceğini bilmelidir. Kazara bir başka insanın ölümüne sebebiyet veren kişi ise hak ettiği ceza neyse ona çarptırılmalı, maddi ve manevî bedel mutlaka ödetilmeli, onun da belirli süre hapishanede kalması sağlanmalıdır.[2]
“Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır. İdam cezası hiçbir şekilde olmamalıdır” şeklindeki söz çok boyutlu düşünülmeksizin gelişigüzel söylenmiş basit bir sözdür. Elbette ecel tamamlandığında, bir başka ifadeyle ömür tüketildiğinde görevli melekler gelerek insanın canının alacak,[3] ruhunu bedenden ayıracak ve “beşerî ruhu” ait olduğu yere götüreceklerdir.[4] Yani Allah’ın verdiği canı yine Allah alacaktır. Ancak yeryüzünde bozgunculuk çıkartan, İslâm düşmanlığında sınır tanımayan, haksız yere insanları öldürenin de idam cezasına çarptırılması Yüce Allah’ın emridir.[5] Zira yeryüzünde barış, adalet ve huzurun sağlanabilmesi için bu tür suçları işleyenlerin öldürülmesi/hayatlarına son verilmesi akl-ı selimin ve bozulmamış vicdanın tabiî bir gereğidir.
Sağlıklı tefekkürün hakkını veren kişi ancak bu hakikati idrak edebilir; mağdurun acısını hissedip onun yanında yer alabilir, haktan yana tavır koyabilir. Ancak sağlıklı düşünmekten yoksun, empatiyi (duygudaşlığı) içselleştirememiş birisi ise “caniye, seri katile, alçak teröriste” acıyarak onun ölüm cezası almaması ve sadece ömür boyu hapis yatması gibi gayr-i adil, basit ve seviyesiz tekliflerde bulunabilir.
Oysa burada tercih hakkı maktulün yakınlarına aittir. Öldürülenin yakınları, dilerlerse o caninin de öldürülmesini talep eder veya kan bedeli olarak belirlenen diyeti alır veyahut affetme yoluna gidebilir.[6] Dolayısıyla hariçten gazel okuyanların boş söylemleri inandırıcı ve ikna edici değildir. Tek taraflı alınmış duygusal kararın dışa yansımasıdır. Maktulün ve yakınlarının haklarını göz ardı eden sakat mantığın hezeyanlarıdır.
Oysa bütüncül bakış ise hem maktul yakınları hem de uzun vadede kamunun yararını gözetir. Dolayısıyla “Yaşam hakkı kutsaldır” söyleminin arkasına sığınarak/saklanarak maktulün de yaşam hakkı olduğu gerçeğini unutmak/unutturmaya çalışmak tam bir ikiyüzlülüktür. Böyle tek taraflı bakış eksik, sakat, problemli, mantıksız, ilkesiz ve tutarsızdır.
Nitekim 77 kişiyi tasarlayarak öldüren hıristiyan caniye 25 yıl gibi komik hapis cezasının verilmesi o ülkede gerçek adaletin olmadığının ve maktul yakınlarının vicdanlarının kanatıldığının/sızlatıldığının apaçık bir göstergesidir.
Dolayısıyla yaşı kaç olursa olsun (3, 5, 7, 9, 11, 13 vs.) bir kız veya erkek çocuğuna tecavüz ederek öldüren kişiye idam cezası yerine “ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası” verilmesini savunmak vicdanları sızlatır. Zira böyle bir tavır, artık çocukların güven içinde park ve sokaklarda koşup oynayamayacağı, gülüp eğlenemeyeceği günleri beraberinde getirir. Kendi çocuklarının yaşam güvenliğini sağlayamayan müslüman toplumun ise tüm dünyaya örnek/model olması imkânsız hâle gelir.
Bu bakımdan haksız yere bir insanı öldüren kimse, kendisinin de kesinlikle devlet tarafından öldürüleceğini bilmelidir.[7] Bu tür canilere hapis cezası değil, tam aksine en kısa sürede yapılacak adil yargılamadan sonra derhal idam cezası verilmeli ve uygulanmalıdır. Bu katil, o masum çocuğu öldürdüğü yerde/mekânda kurulacak idam sehpasında sallandırılmalı yahut elektrikli sandalyeye oturtulmalı, bir kısım insan da bu sahneye “canlı olarak” şahit olmalı, katil/cani öldürülürken kimseyi “yersiz acıma duygusu”[8] kaplamamalıdır.
Ayrıca o esnada çekilecek görüntüler medya aracılığıyla tüm dünyaya servis edilmeli, adil, bağımsız, tarafsız ve şeffaf yargılama sonucu suçu sabit olan böyle bir çocuk katiline/caniye Türkiye’de nasıl “caydırıcı bir ceza verildiğini” tüm dünya bilmelidir.
Burada utanılacak, sıkılacak, çekinilecek ve korkulacak bir durum yoktur. Zira bu suça Türkiye’de böyle bir cezanın verildiğini/verileceğini bilen herkes ona göre hareket eder ve ayağını denk alır. Böylece Hindistan, Pakistan, Çin ve benzeri ülkelerde kadınlara/kızlara tecavüz ederek onları acımasızca öldürenler böyle bir cezalandırmadan haberdar olur; bu ibretlik ceza oradaki halka örnek teşkil eder; belki yıllar sonra söz konusu ülkelerde de idam cezası bu şekilde uygulanmaya başlanır. Kanaatimizce bu da tüm insanlığın yararına olur.
Diğer taraftan böyle bir katile/caniye uygulanacak idam cezasını “büyük bir vahşet” olarak göstermeye ve engellemeye çalışmak, “Hangi çağda yaşıyoruz!” gibi komik söylemlerle zihinleri çelmek de yanlıştır. Bu tür hırıltılar çıkartan, saçmaladıkları halde düşünce/fikir ürettiklerini zanneden, mağdurların yaşam haklarını göz ardı edenler, aklı ve vicdanı kapkara olmuş, bir başka ifadeyle “şeytanlaşmış kimselerden” başkası değildir.
Bu tipler, genellikle sırf kendilerini düşünen, fildişi kulelerinde oturan, iyilikleri değil kötülükleri yaygınlaştıran, empatiden uzak, bencil, narsist, hedonist, kâfir, münafık, putperest ve müşriklerdir. Bunlar, her dönemde olmuş ve hep aynı tür konuşmalar yapmışlardır. Ancak ne zaman ki işin ucu kendilerine dokunmuş, o zaman akılları başlarına gelmiş ve bu seferde “Bu katiller derhal idam edilmeli!” diye feryat etmiş, bağırıp çağırmışlardır. Dolayısıyla bu adamların/kadınların zırvalarına itibar edilmemeli, dikkate ve ciddiye dahi alınmamalıdır.
Öte yandan, nefret ve hakaret içermeyen, toplumu kin ve düşmanlığa sevk etmeyen düşünce/fikir suçlarına kesinlikle “idam gibi geri dönüşü mümkün olmayan ceza” verilmemelidir. Herkesin düşüncesini özgürce ifade edebileceği ortamlar sağlanmalıdır. Uyduruk belgelerle, teknoloji sayesinde üretilmiş sahte delillerle/montajlarla/dublajlarla, yalancı şahitlerin tanıklığıyla masum insanlar idama veya ademe (yokluğa) mahkûm edilmemeli, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki her türlü engel ortadan kaldırılmalıdır.
Ancak eleştiri sınırlarını aşan, kişinin şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif eden, nefret ve hakaret suçu içeren yazı, söylem ve karikatürlere de asla müsaade edilememeli, bunlar basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemeli ve böyle yapanlara da caydırıcı cezalar neyse o verilmelidir. Zira mutlak özgürlük yoktur. Bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde diğerinin özgürlüğünün biteceğini/sınırlandırılacağını herkes bilmelidir. Pervasızca ona buna saldırıp iftira ve hakaretlerde bulunanlar hak ettikleri ceza neyse mutlaka ona çarptırılmalıdır.
Sonuç olarak, “kısasta hayat olduğu” gerçeği kıyamete kadar geçerliğini koruyacak şaşmaz, eskimez ve değişmez bir hakikattir. Nasıl kangren olmuş bir organı kesmek tüm vücudu kurtarmak için elzem ise suçu sabit olmuş seri katillere/canilere idam cezası vermek de huzur isteyen toplumlar için şarttır. Çünkü iradesini şeytanının kontrolüne teslim ederek “şeytanlaşmış bir insan müsveddesini” ortadan kaldırmak hakkın, adaletin, merhametin, akl-ı selimin ve bozulmamış fıtratın tabiî bir gereğidir. Dolayısıyla meseleye tek taraflı ve yüzeysel bakarak bu canilere “idam” yerine “hapis cezası” istemek, böylece geniş halk kesimlerini yanıltmak ve yanlış kararlar almalarına neden olmak büyük vebaldir. Çünkü bu tür yanlış fikirleri ortaya atan ve bunları pervasızca savunanlar yazdıkları/söyledikleri her şeyden âhiret günü mutlaka hesaba çekileceklerdir. Kim zerre miktarı iyilik yapmışsa bunun karşılığını, kim de zerre miktarı kötülük yapmışsa veya yapılmasına göz yummuşsa yahut buna zemin hazırlamışsa o da bunları görecek ve karşılığını mutlaka alacaktır. (25.07.2014)
[1] el-Bakara 2/179.
[2] en-Nisâ 4/92-93.
[3] el-En’âm 6/61; el-Enfâl 8/50; Muhammed 47/27.
[4] el-Bakara 2/156; eş-Şuara 26/50; ez-Zuhruf 43/14.
[5] el-Mâide 5/32-33.
[6] el-Bakara 2/178; el-İsrâ 17/33.
[7] el-Mâide 5/32.
[8] en-Nur 24/2.