Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Bu Beyaz Elitler Hiç Değişmeyecek!

A+A-

Bu aziz millete hep tepeden bakan, kendini bir şey zanneden, soyu ve sopuyla övünen, ülkenin balını ve kaymağını yiyen, zengin, şımarık, ukala, bencil, jakoben, dayatmacı, baskıcı, seçkinci, totaliter beyaz elitler hiç değişmediler ve görünen o ki bundan sonra da hiç değişmeyecekler. Zira bunlar, milleti hiçbir zaman anlamadılar ve anlamayacaklar.

Bunlar, demokrasi sonucu halkın önüne gelen sandığı ve seçimi bir türlü hazmedemediler. Bunlar, tepeden inmeye ya da kolay yoldan oturmaya alıştıkları koltuklarını/ makamlarını bir bir kaybetmeye başlayınca, kendilerine sunulan imkânlar ellerinden gidince, ucuz kredilerden/karşılıksız hibelerden mahrum kalınca, haksız teşviklerden yararlanamayınca hep milleti aşağıladılar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kendilerine yedirmeyenlere hep düşman oldular. Onlara iftira atarken yüzleri hiç kızarmadı. Zira yaptıklarını bir hak ve görev bildiler.

Bunlar, merhum şehit Adnan Menderes’i de hazmedemediler. Onun döneminde “doğru tercih yapamıyor” diyerek aziz millete; “Haso”, “Memo”, “Köylü”, “Geri zekâlılar!” “Aptallar!” diye hakaret ettiler. Milleti hiçbir zaman adam yerine koymadılar. Milletle dalga geçtiler ve daima küçümsediler. Kendileri Batı kültürüyle yetiştikleri ve Batının değer yargılarına hayran oldukları için milletin dinî ve ahlâkî değerleri, yeme, içme, giyim ve kuşam tarzlarıyla sürekli alay ettiler.

Kendileriyle işbirliği yapanlara, aşağılık kompleksiyle hareket edenlere çıkarları gereği seslerini çıkarmadılar. Kendilerine benzemeye çalışanlara menfaatleri gereği katlandılar. Ama bir türlü onları bile kabullenmediler. Onlara da tavır koydular. Onlara da ikinci sınıf insan muamelesi yaptılar. Onların da arkalarından konuşmaya devam ettiler.

Bunlar, devletin tek sahiplerinin kendileri olduğuna inanmışlardı bir kere. Kurtuluş savaşını veren şehitlerin ve gazilerin çocuklarına ve torunlarına öz ülkelerinde “parya” muamelesi yaptılar. İpi/yetkiyi/gücü ellerine geçirdikleri zaman her türlü zulmü reva gördüler. Sesini yükseltenleri susturdular. Susturamadıklarına kan kusturdular. Zindanlarda çürüttüler. “Söyletmen vurun! Asın!” mantığını dayattılar. Hak aramaya kalkanlara zulmettiler. Kısaca bunlar, halkı kendilerine hizmet etmesi gereken teb’a/köleler/maraba olarak gördüler. Millete hizmetkâr değil, efendi oldular.

Bu adamlar/kadınlar, merhum Turgut Özal zamanında da boş durmadılar. İpleri/gücü tekrar ellerine almak için her türlü rezaleti ve ayak oyunlarını sergilediler. Plan üstüne plan yaptılar. Kumpaslar kurdular. Hızlarını alamadılar, doğru tercih yapan aziz milleti yine aşağıladılar. “Örümcek kafalı, mürteci, yobaz, geri kafalı, takunyacı bunlar!” diyerek millete ve dinî değerlerine dil uzattılar. Kur’ân-ı Kerim’e “çöl kanunu”, “dogma”; Hz. Muhammed’e ise “çöl bedevisi” ve “Arap’ın oğlu” diyecek kadar alçaldılar. İslâm’a “Ortaçağ karanlığı” deme cüret, denaet, azgınlık, şımarıklık, haysiyetsizlik ve ahlaksızlığını gösterdiler.

Bunlar Turgut Özal’ın da burnundan fitil fitil getirdiler. Ona da rahat yüzü göstermediler. Hiç boş durmadılar; onunla da uğraştılar ve saldırdılar. Her fırsatta ona dil uzattılar. Yaptıkları karikatürlerde, yazdıkları köşe yazılarında, tv ve radyo programlarında onu hep küçümsediler. Onun şahsında halka ve İslâmî değerlere saldırdılar. İçlerindeki kini ve öfkeyi kustular. Maktul ve merhum, büyük devlet adamı şehit Turgut Özal, din ve vicdan özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak, teşebbüs hürriyetini sağlamak ve ülkenin önünü açmak için uğraştıkça ona cephe aldılar. Yalanlarla iftiralarla halkın gözünden düşürmek ve itibarsızlaştırmak için bütün güçlerini kullandılar. Hiç utanmadan her türlü pervasızlığı sergilediler. Uydurma belgeler ihdas ettiler. Onun hakkında zırvalarla dolu kitaplar yazıp ücretsiz dağıttılar.

Daha sonra gelen merhum Necmettin Erbakan’a da aynısı yaptılar. Onun da burnundan fitil fitil getirdiler. Önüne her türlü engeli çıkarttılar. “İktidar oldunuz ama muktedir olamayacaksınız!” diyerek tehdit ettiler. Plan üstüne plan, senaryo üstüne senaryo ürettiler. Akıl almaz iftiralarda bulundular. İmtiyazlarını kaybetmemek için ellerinden geleni arkalarına koymadılar. Onun dindar olması, dua etmesi, namaz kılması ve hacca gitmesiyle alay ettiler. Eşinin ve kızının başörtüsüyle dalgalarını geçtiler. “Dini siyasete alet ediyor!” kampanyaları düzenlediler. “İrtica geliyor” palavralarını yaydılar. “Ülkeye Şeriat getirecekler, yaşam tarzımıza müdahale edecekler! Kadrolaşacak bunlaaaaar!” yaygaralarını koparıp halkı tahrik ettiler. Böylece aziz milletin kafasını karıştırmayı ve milletin gözünden onu da düşürmeyi başardılar.

Kendilerinin istediğini yapan, çıkarlarına hizmet eden sahte din, sahte bilim ve montajcı iş adamlarını gözetip kolladılar. Çünkü onları kullanmak işlerine geldi. Menfaatleri gereği bu tür adamlara her türlü imkânı sundular.

Bu adamlar hâlâ hızlarını alamadılar. Hâlâ İslam’la ve milletin değerleriyle uğraşmaya devam ediyorlar. Bunlar aziz millete her fırsatta “Göbeğini kaşıyan adam!”, “Bidon kafalı!” ve “Angut!” diye dil uzatıyorlar. “Dağdaki çobanla benim oyum nasıl eşit olurmuş?” diyebiliyorlar. Başörtüsünden nefret ediyorlar. Başörtülülere ve çarşaflılara “Karafatma!” diyerek onları “hamamböceğine” benzetiyor ve aşağılıyorlar.

“Fahişe” ve “başörtüsü” kavramlarını aynı cümlede kullanmaktan tarifsiz bir zevk/haz alıyorlar. “Bu milletin % 70’i aptal, sadece % 30’u akıllı” diyerek öfkelerini kusmaktan çekinmiyorlar. “Bu makarnacılar bir simide ve su şişesine yutkunarak bakıyor!” diyecek kadar küçülüyorlar. Kendileri, “olmayan” haysiyetlerini/vakarlarını/kişiliklerini satmaya alışık olduklarından milleti de kendileri gibi sanıyor ve gariban halka; “Bunlar bir kilo makarnaya, bulgura oyunu satıyor!” diyecek kadar alçaklaşabiliyorlar. Onlar gibi çalmayan, elinin emeğiyle geçinen, varoşlarda insanca yaşama mücadelesi veren, onurlu ve başı dik insanlara dil uzatmaktan çekinmiyorlar. Utanma duygusuna sahip olmadıkları için her defasında yanıldıkları halde hiç yüzleri kızarmadan pişkince kaldıkları yerden hakarete ve tehdide devam ediyorlar.

Görüldüğü üzere yüz yılı aşkın bir süredir bu adamlar, çocukları, torunları ve onların dalkavuk takımı hiç değişmedi. Bu gidişle de değişeceğe benzemiyor. Bunlar vesayet peşinde olduklarından “ileri demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler, temel insan hakları, şeffaflık, hesap verilebilirlik, meristokrasi, gelişme, kalkınma, küresel güç/süper güç olma” gibi kavramları hiç ama hiç içlerine sindiremiyorlar. Hep milletten üstün olmayı ve yattıkları yerden para kazanmayı istiyorlar. Aziz millete tepeden bakmaktan mutlu oluyorlar. Sadece kendilerini ve çıkarlarını düşünüyorlar.

Özetle, bu narsist seçkinler (egoist ve hedonist çapulcular) milletle barışacağa benzemiyorlar. Meclisi ve demokrasiyi hâlâ kötü gösteriyorlar. Siyaseti “yolsuzluk” yapma aracı olarak sunuyor, siyasetçileri milletin gözünden düşürmeye ve ipleri yeniden ellerine almaya çalışıyorlar. Ülke için çalışanlara destek olmak bir yana köstek oluyorlar. Sesleri çok çıkıyor ama artık milleti eskisi kadar kolay kandıramıyorlar. O yüzden iyice kızıyor ve kuduruyorlar. Öfkelerini kontrol edemiyorlar. Salyalı ağızlarıyla sağa sola saldırıyorlar.

Sonuç olarak, yetişen yeni nesillerin bu hainler, işbirlikçileri ve yaptıkları alçaklıkları çok iyi tanıması gerekiyor. Bir delikten iki defa ısırılmamak için bunları ve attıkları kemiklerle beslenen köpeklerini iyi bilmeleri icap ediyor. Aksi takdirde tarih yine tekerrür ederse hiçbir kimsenin de ağlamaya ve sızlanmaya hakkı olmayacaktır. Çünkü hatalar tekerrür edince tarihin de tekerrür edeceği değişmez bir kural olarak ortada durmaktadır. (25.04.2014)

Önceki ve Sonraki Yazılar