Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Bir Âlimin Muhalif Duruşu!

A+A-

İslâm kültür ve medeniyetinin oluşumunda ve kalıcı hale gelmesinde her zaman âlimler, ârifler, hakîm insanlar ve münevverler büyük rol oynamıştır. Bunlar daima Kur’ân ve sünnetin temel ilkelerini referans almışlardır. Tarih boyunca gerçek İslâm âlimleri hem halkın hem de yöneticilerin yanında olmuş, fildişi kulelerinden ahkâm kesmemiş, yapılan iyiliklere destek, kötülüklere de düşünce ve fikirleriyle engel olmaya çalışmışlardır. Batılı demokrasilerde olduğu gibi “muhalif ve sivil bir duruş” diyerek kötülüğe destek, iyiliğe de engel olmamışlardır.

Günümüzde batılı kavramlarla düşünen, konuşan ve yazan kimi “sözde aydınlar” İslâm’dan habersiz “muhalif olmak adına” her türlü “hayırlı faaliyete” de karşı çıkmaktadır. Kanaatimizce yapılan her güzel işte bir eksiklik aramak, noksanlık olmadığı halde varmış gibi göstermek, “muhalefet etme adına” güzel gelişmelere engel olmak “sivil bir duruş” değil “niyeti bozukluktur” ve kötü bir yaklaşımdır.

Farklı düşünen bir muhalif iyiye iyi, kötüye de kötü diyebilmelidir. Çıkarı için tersini söyleyen/yapan İslâm’a göre yanlış iş yapmış olur. Aklını kullanmayan, duygularının esiri olan, inatla yanlışı savunan kimse hata eder. Böyle birinin insanlara güven verebilmesi de mümkün değildir.

Toplumdaki her bir fert ülkede var olan meşru anayasa ve yasalara uymak zorundadır. Hukuk devleti olmanın gereği budur. İslâm, hem yöneticilerin hem de halkın konulan kurallara uymasını emreder. Yöneticiler kanunlara uydukça toplum da onlara itaat etmekle yükümlüdür.

Muhalif olma adına konulan kurallara karşı gelmek, özgürlük diyerek başkalarının hürriyetlerini kısıtlamak, yaşamlarını tehlikeye atmak hiçbir zaman kabul edilemez.

Mesela toplumun huzurunu düşünmeksizin kamuya açık alanlarda (parklarda, kaldırımlarda, cami avlusunda) içki içme özgürlüğünü savunan, gürültü yaparak toplumu rahatsız edenlere arka çıkan ve sarhoşken araba kullanıp insanları öldürenleri özgürlük kılıfının arkasına saklanarak savunan kimse büyük bir yanlış yapmaktadır. Böyle birisi bir gün sarhoşun sürdüğü bir arabanın altında feci şekilde can verebilir. Bu bakımdan körü körüne yanlışı desteklemek doğru değildir. Bunu yapanların vicdanlarının körleştiği, kalplerinin katılaştığı ve şeytanın yandaşı olma yolunda adım adım ilerledikleri açıktır.

Mesela birisi çıkar: “Türklerin milli içeceği sudur. Bunu yoğurda katarsan ayran olur, ama rakıya katarsan bayram olur” diyerek alkollü içkiyi ve alkollü araç kullanmayı savunacak olursa bir İslâm âlimine düşen görev, bu düşüncenin yanlış olduğunu söylemek ve bunu hiçbir zaman onaylamamaktır. Zaten böyle birisi kendi evinde içki içer, başkalarına zarar vermez, zararı sadece kendi sağlığıyla sınırlı kalırsa bu durumda onun özgürlüğüne kimsenin müdahale etmesi zaten söz konusu olmaz. Ancak sarhoşken eşini veya çocuklarını döver, gece yarısı bağırarak komşularını/mahalleyi rahatsız ederse bu elbette kabul edilemez. Söz konusu sarhoş yaptığı eylemlerin cezasını çeker.

Hele hele sarhoşken direksiyonun başına geçerse bu kişinin özgürlüğü artık bitmiştir. Bu durumdayken araç kullanan kişiye en ağır ceza neyse o verilmeli ve ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır. Eğer böyle biri sarhoşken kaza yapar ve bir kişinin ölümüne sebebiyet verirse cinayetle yargılanmalı ve kısas (suça denk ceza) gereği derhal idam da edilmelidir.

Diğer taraftan Hz. Ebû Bekir halife seçildiği zaman yaptığı ilk konuşmada Resulüllah’ın ashabına: “Ben Allah'a ve Rasulüne itaat ettiğim sürece siz de bana itaat edeceksiniz, ben yoldan çıkarsam o zaman bana itaat yoktur” demiş ve yönetimde keyfiliğin olmadığını ve hukuk kurallarının egemen olması gerektiğini ifade etmiştir.

Hz. Ömer de halife seçilince aynı minvalde bir konuşma yapmış, aynı uyarıları tekrarlamış ve cemaatten birisi ona kılıcını göstererek: “Sen yoldan çıkacak olursan, seni bununla yola getiririz” diyerek “muhalif ve sivil bir duruşun” nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Yani; ölçü hak ve adalettir, hukuk kurallarıdır, maruf olan şeylerdir. Bilinmelidir ki İslâm’da körü körüne muhalefet veya münker emre/haksızlığa körü körüne itaat yoktur. Hukukun evrensel ilkelerinin yanında yer almak vardır. Bugün yanlış yapanları kılıçla değil oy ile düzeltme imkânı vardır. En dürüst, en güvenilir, en çalışkan, en bilgili, en ahlâklı, en samimi lideri ve ekibini kendi köyüne/beldesine muhtar/belediye başkanı seçmeyen köylüler/ kasabalılar sorumludur ve şikâyet etmeye hakları yoktur.

Hakiki bir İslâm âlimi de dinin emirlerine uymak, yöneticilerin ve toplumun yanlışlarını söyleyerek onları uyarmak mecburiyetindedir. Âlim ne içindeki şeytanın ne de başkalarının kölesi olabilir. Elbette alınan bazı kararları hukuka ve usule uygun bir şekilde tenkit edebilir. Ama o da bu toplumda yaşadığı için nihayetinde alınan kararlara uymak zorundadır. Kısaca usulüne uygun yapılmamış içtihatlara, yorumlara ve yetkililer tarafından alınmış münker kararlara “sağlam ve güçlü gerekçelerle” muhalif olunabilir. Ama bu muhalefet “kardeşliğe, aradaki saygı ve sevgi bağlarına zarar verecek seviyeye” getirilemez.

Sonuç olarak, gerçek bir İslâm âlimi yaşadığı zaman diliminde İslâm’a göre hayatını planlamak ve yaşamak zorundadır. Gerçek bir âlim körü körüne muhalif olamaz, her zaman doğruları söyler ve yapar, ırkçı, menfaatçi ve mezhepçi yaklaşımlarla adaletten ayrılmaz. Gerçek bir âlim her daim haktan yanadır. İslâm düşmanlarına ve şeytana muhaliftir, onlarla işbirliği yapmaz, din kardeşleriyle birlik ve dayanışma içinde olur. Yalan söyleyenlere aldanmaz. Her duyduğuna araştırmadan hemen inanmaz. Farklı metot ve yöntemlere saygı duyar, ama hukukun evrensel ilkelerinin ve haklı olan tarafın yanında yer alır, dünyevî menfaatler uğruna insaftan, hakkaniyetten ve adaletten asla ayrılmaz. (31.05.2013)

Önceki ve Sonraki Yazılar