Aynı Yanlışı Yaparak Doğru Sonuca Ulaşacağını Zannetmek Beyinsizliktir!
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Osmanlı Arşivleri’ndeki belgelerde açıkça görüldüğü üzere dış mihraklar/güçler bir asır önce de hem uluslararası medya vasıtasıyla hem de içerdeki işbirlikçileriyle kara propaganda yürüterek Sultan II. Abdülhamid Han’ı itibarsızlaştırma girişimlerine aralıksız devam etmişlerdir.
Özellikle Almanya, Avusturya, Fransa ve Amerika’daki gazetelerde yer alan haberlerde Sultan Abdülhamid Han hakkında “kızıl Sultan”, “istibdatçı”, “sansürcü” ve “diktatör” gibi yakıştırmalar yaptırmışlardır. Sultan Abdülhamid Han hakkındaki bu ithamlar, özellikle Ermeni isyanlarının başladığı 1890 yılı ile yahudilerin Filistin’den toprak talep ettiği 1895-1896 tarihlerinden sonra giderek hız kazanmış ve 1906 yılına kadar aralıksız devam etmiştir.
Sultan II. Abdülhamid Han’ın yahudilere Filistin’de toprak vermeyi reddetmesi üzerine iktidara gelişinin 6. yılından itibaren o dönemin basınında “Hasta adam, sağlığı bozuk, asabî, öfkeli, yakında ölecek” şeklinde haberler yaptırmışlardır. Ancak Abdülhamid Han, bu yalan haberler ortaya atıldıktan sonra bile 26 yıl gibi uzun bir süre daha yaşamıştır.
Bu hainler, akıl ve vücut sağlığı yerinde olmayan dirayetsiz kişilerin yönetici olamayacaklarını, ülkeyi sağlıklı bir şekilde yönetemeyeceklerini iddia etmiş, gazetelerde köşe yazıları yazdırmış ve bu içerikte haberler yaptırarak iç kamuoyunu etkilemeyi başarmış ve ilerleyen yıllarda da bunun meyvesini toplamışlardır.
Yahudiler, defalarca Filistin’den toprak almak için Abdülhamid Han’a talepte bulunmuş ancak bu talepleri; “Ülke topraklarında ameliyat/operasyon yaptırmam!” denilerek reddedilmiştir.
Nitekim Abdülhamid Han, uzun yıllar sonra Şâzelî şeyhi Ebu’ş-Şâmât Mahmud Efendi'ye yazdığı 22 Eylül 1329/1913 tarihli mektubunda şunları kaydetmiştir: “Ben, Hilâfet-i İslâmiyye'yi başka herhangi bir sebep dolayısıyla değil, Jön Türkler adıyla bilinen İttihat Cemiyeti'nin baskı ve tehdidiyle bıraktım. Hilâfet'i terke zorlandım, mecbur bırakıldım. Mukaddes toprak Filistin'de yahudiler için millî bir devlet kurulmasına muvafakat etmem konusunda bana ısrar ettiler. Bütün ısrarlarına rağmen bu teklifi kat'î surette reddettim. Nihayet 150 milyon İngiliz altını va'd ettiler. Bu teklifi de reddettim ve kendilerine şu cevabı verdim: “150 milyon İngiliz altını değil dünya dolusu altın verseniz bu teklifinizi asla kabul etmeyeceğim.”
“Ben Millet-i İslâmiyye'ye ve Ümmet-i Muhammed'e otuz seneden fazla hizmet ettim. Atalarımın yüzünü kara çıkarmadım. Bu kat'î cevabımdan sonra tahttan indirilmem konusunda görüş birliği ettiler ve beni Selânik'e gönderdiler. Mevlâya hamd ettim ve ediyorum ki, mukaddes toprak Filistin'de bir yahudî devleti kurulması teklifinden kaynaklanan ebedî ayıbın lekesini Osmanlı Devleti'ne ve Âlem-i İslâm'a sürmeyi kabul etmedim. (Bunun üzerine) olan oldu.”
Görüldüğü üzere Abdülhamid Han iktidarda kaldığı sürece Osmanlı Devleti’nin bir karış toprağını bile vermemiş ve onurlu bir şekilde mücadelesini sürdürmüştür. Ancak o yıllarda onu anlamakta zorlanan ve tahttan indirilmesini alkışlayanlar, ilerleyen yıllarda pişman olmuş, lakin son pişmanlıkları fayda vermemiş ve iş işten çoktan geçmiştir.
Dolayısıyla geçmişte yaşananlardan ders çıkartmak aklı başında insanlara düşer. Nitekim aradan bir asır geçmesine rağmen Abdulhamid Han gibi ülkeye hizmet eden güçlü bir lider hakkında günümüzde de aynı tarz haberler yaptırtılmakta, aynı içerikte yalan haberler tekrarlanmakta ve benzer köşe yazıları yazdırtılmaktadır. Bu hainler ve içerideki maşaları günümüzde de benzer söylemleri tekrarlayarak ülkeyi bölmek ve güçsüz düşürmek için ellerinden geleni arkalarına koymamaktadır. Kendi çıkarları için her şeyi göze alan bu azgın ve sinsi insanlar topluluğu her türlü alçaklığı yapmaktan da çekinmemektedir.
Bir zamanlar böyle oyunlara gelen, Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecini hızlandıran kimseler kısa vadede bir takım menfaatler elde etseler de uzun vadede hem kendileri kaybetmiş hem de ülkeye kaybettirmişlerdir. Bu nedenle tarihten ders alınması gerekir. Aksi halde ilerleyen yıllarda büyük felaketlerle karşılaşıldığında kimsenin ağlamaya ve sızlanmaya hakkı olmayacaktır.
Sonuç olarak, şurası bilinmelidir ki tüm bu yapılanların asıl amacı Abdulhamid Han’ın şahsıyla ilgili değildir, aksine Osmanlı Devleti’ni yıkmaktır. Nitekim bu tezgâhı/kumpası kuranlar emellerine ulaşmış, Abdulhamid Han’ı tahttan indirmiş ve Osmanlı Devleti’ni yıkmayı ve parçalamayı başarmışlardır. Şimdi de amaç Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek, parçalamak, “bölgesel, küresel ve süper güç olmasını” engellemek, manda ve himayeye zorlamak ve sömürüye devam etmektir. Bu bakımdan hâlâ bu oyunu görmeyenlerin tarihî bilgilerini yeniden gözden geçirmeleri, yaklaşık bir asır önce yaşanan bu acı hadiseden ibret almaları ve ülkelerine sahip çıkmaları kendi yararına olacaktır. (29.08.2014)