Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Arkadaş! Sen Zaferden Değil Seferden Sorumlusun!

A+A-

İslâm’ın kendine özgü bir medeniyet projesi vardır. Zira İslâm, insanoğlunun hem dünya hem de ahiret mutluluğunu hedefler. Dinin ortaya koyduğu ilkeler sadece dinî konularla sınırlı değil, dünyevî hususlarla da alakalıdır. İslâm dini sadece ahirete yönelik belli bazı ibadetleri değil kulluğu emreder. Kaldı ki kulluğun içinde zaten “ibadetler” de vardır. İslâm’ın insanların bilgi ve becerisine bırakılan bilimsel ve teknolojik gelişmelerde bile uyulmasını emrettiği dinî ve ahlâkî kuralları olduğu gibi, hukuk, siyaset, ekonomi, uluslararası ilişkiler ve benzeri alanlarda da müslümanlara nasıl davranacaklarını öğreten âyetleri mevcuttur.

Bu itibarla iman eden, ibadetlerini yapan ve ahlâkını güzelleştiren bir mü’minin Allah’ın rızasını kazanması ve cenneti elde etmesi için yapması gereken başka görevleri de vardır. Nitekim İslâm’ı tebliğ, temsil ve yeryüzünde barış ve adaleti tesis etme görevi tüm mü’minleri beklemektedir.[1] Bütün bu vazifelerin nasıl yapılacağı Kur’ân ve sünnette en güzel şekilde açıklanmıştır. Dolayısıyla mü’min dünyevî meselelerde bu iki kaynağın emir ve yasaklarını göz ardı edemez; ederse sorumlu olacağını bilmelidir.

Diğer taraftan mü’min, mevcut şartlarda neyi ne kadar yapabiliyorsa onu o kadar yapmakla mükelleftir. Yapamadıklarını “zamana, imkânların oluşmasına ve gelecek nesillere” bırakmak zorundadır. Zira bir mü’min zaferden değil, seferden sorumludur. Çünkü Yüce Allah, hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez. Herkese yaptıklarının karşılığı mutlaka verir. Yapması gerekenleri yapmayan, yapmaması gerekenleri yapan bunun cezasını ahirette çeker. Dolayısıyla mü’mine düşen görev, yaptığı işin hakkını vermek ve elinden gelenin en iyisini yapmaktır. Mü’min attığı her adımın Yüce Allah’ın rızasına uygun olup olmadığına bakmak, hiç durmadan şeytanla ve şeytanlaşmış insanlarla mücadeleye devam etmek zorundadır.

Bazı sorumsuz müslümanların acele ederek her problemin bir an önce çözülmesini istemeleri, bunu yapamayanları haksız, yersiz ve zamansız bir şekilde suçlamaları yanlıştır. Bu yanlışı 1400 yıldır yapan müslümanlar olduğu gibi günümüzde de vardır. Çünkü böyle gelişigüzel konuşanlar; “Acelecilik şeytandan, teennî ile hareket etmek (bir işi acele etmeden iyice düşünerek yapmak, temkinli ve ihtiyatlı davranmak) Rahman olan Allah’tandır”[2] hadisini doğru dürüst anlamazlarsa şeytan ve taraftarlarının eline büyük kozlar verir, uzun vadede müslümanların kazanımlarını kaybetmelerine yol açar.

Sonuç olarak, bir mü’min öncelikle İslâm’ı bir bütün olarak iyice öğrenmeli, Hz. Peygamber’i iyice tanımalı ve onu gerçek anlamda kendine rehber edinmelidir. Elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra sonucu Yüce Allah’a havale etmelidir. Zafere bir an önce kavuşmak ve kendine pay çıkarmak arzusuyla, egosuna yenik düşerek hırsla, öfkeyle, kontrolsüzce büyük hatalar işleyen, İslâm toplumunun ciddi tehlikelere sürüklenmesine neden olan kişi -mü’min de olsa- çok büyük bir yanlış yapmış olur. Daha büyük hedefler ve zaferler için hazırlık yapmayan, gerektiğinde geri çekilmesini ve güçlenerek tekrar dönmesini bilmeyen, buna zemin hazırlamayan, uzun vadeli planlar yapmayan ve bu konuda küçük düşünen müslümanlar, Hz. Peygamber’i gerçek anlamda örnek almış olmazlar. Çünkü “sonuçtan” değil “süreçten”, “zaferden” değil “seferden” sorumlu olduğunu unutanlar Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetin ilkelerini asla doğru anlayamamışlardır. (23.08.2013)

 

[1] el-Hac 22/78.

[2] Tirmizî, 25/Birr, 66 (IV, 367).

Önceki ve Sonraki Yazılar