Fatih Muhammed Çakmak

Fatih Muhammed Çakmak

Akl-ı Selîm ile Dinlemek

A+A-

Her duyduğunu doğru zannedip önünü-ardını düşünmeden söylemenin günah olduğunu biliyoruz her birimiz.

Günaha yalnızca cennet-cehennemlik olma boyutundan ziyade biraz da şahsiyetimiz/karakterimiz açısından bakmamız da fayda var.

Zira tam anlamıyla doğruluğunu bilmediğimiz bir bilginin peşinden gitmek ve bu yanlış bilgiler üzerinden tepkiler inşa etmek, düşmanlar belirlemek bizi hem yalancı hem müfteri hem de şahsiyetsiz bir birey yapmaya kâfi gelecektir. Böyle olduğu zaman hem kendimize hem de içinde bulunduğumuz topluma karşı günahkâr oluyoruz.

Bireyin kendi iç dünyasında yaşadığı cürümler daha çok kendini bağlar; fakat bu cürümler ne zaman ki etrafına taşmaya başlar işte o zaman işler çığırından çıkmaya, bireylerden müteşekkil toplum yapısı bozulmaya, araya kin, nefret ve düşmanlık girmeye başlar. Bu da çift taraflı olarak birey açısından da toplum açısından tam bir felakettir. Tercihe şayan duruş/tepkisellik akl-ı selîm olmaktır.

Akl-ı selim olmak ise yaşananları soğukkanlı bir şekilde okumak, doğrudan fikirler yürütmek yerine sakin olup, hakikat karşıtı yönlendirmelerden olabildiğince uzak durmaktır. Basit bir örnek ile söyleyecek olursak, yemeği sıcak yemek bizi iştahlı kılsa da yediklerimizin kısa bir süre sonra midemize oturması kaçınılmaz bir son olarak bizi bekler. Buradan hareketle diyebiliriz akl-ı selîm olmak yemeği sakin ve ılık yemektir. Ölçülü yemek, kararı tutturabilmektir.

Bugün dijital mecralar, “sosyal medya” uygulamaları ve kitle iletişim anlamında akla gelebilecek bütün erişim ortamlarında yalan, iftira ve manipülasyon çok hızlı yayılabiliyorsa bunun sebebi aklı- selîm ile hareket edilmemesidir. Doğru ve gerçeğin yeterince araştırmadan, peşin hükümler ya da duygusal reflekslerle tepki ortaya konmasıdır. Özellikle zor zamanlarda, kritik dönemlerde ve sağduyu ile hareket edilmesi gereken durumlarda sakin ve soğukkanlı bir tavır sergilemek her zamankinden daha önemlidir. Her duyduğunu doğru kabul etmek hem kişiye hem içinde bulunduğu topluma zarardan başka bir şey getirmez.

Duyduklarımızda, yaşadıklarımızda ya da maruz bırakıldıklarımızda ille de taraf olmamız gerekiyorsa hakikatin tarafında saf tutmak, akl-ı selîm olmanın özü, ana damarı olarak bizi beklemektedir. Böyle bir mevzide taşları hep günahlardan kaçanlar atmaktadır. Taş incitir, taş yaralar hatta imha eder; mesele taş atmada değil; doğru zamanda doğru hareketi yapabilmektir.

Hepimizin bildiği Hz. İsa’nın kıssasıdır.

Zina yaptığı iddia edilen bir kadını taşlamak için can atan topluluğa Hz. İsa şöyle der: “İlk taşı, günahsız olan atsın”.

Kimse taş atamaz. Kadın da affedilir.

Akl-ı selîm olmak hakkaniyetli olmaktır. Durumdan vazife çıkarmak ya da cezalandırmak değil, halden anlamak, adaleti ayakta tutmaktır. Hâl böyle olunca adalet burada en kıymetli azıktır. Çünkü adalet, hakikatin nüvesidir. akl-ı selim olmak, adil olmaktır.

Sözün özü; günahkârlık her kulun harcı. Günahtan kaçmak ise isteyip dileyenlerin, bu hususta çaba harcayanların kârı.

Adam olmak, hakiki âdem olmak istiyorsak her duyduğumuzu değil; olabildiğince yalın ve adil olana yakın yerden, akl-ı selîmden, kalb-i selîmden geleni söylememiz gerekiyor. Bu, kendimiz için de etrafımızdakiler için de şifa olacaktır.

 “O gün kalb-i selimden başka ne evlat ne mal fayda verir.” (Şuarâ, 88-89) ayetinden mülhem olarak Bağdatlı Rûhî ne güzel söylemiştir:

“Sanma ey hâce ki, senden zer u sîm isterler,

Yevme lâ-yenfau’de kalb-i selîm isterler.”

(Sanma ki senden altın ve gümüş isterler,

Hiçbir şeyin fayda vermediği kıyamet gününde kalb-i selim isterler.)

Biliyor ve inanıyoruz ki günahtan kaçanlar, sadra şifa olanlar ve hakikat safında saf olanlar, akl-ı selîm ile kalb-i selîme kavuşanlar, gerçek kurtuluşa erenlerdir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar